Eğer bir kelebeğin kanadını çırpmasıyla doğa olaylarının tetiklendiği varsayılıyorsa, adeta bir zincirin halkaları gibi peş peşe gelen olayları da kendi içerisinde bir paydaşlık ve aşamalılık ilkesi kapsamında ortaya koymak zorundayız. Dünyanın neresinde olursa olsun, belki adını dahi bilemediğimiz bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanımıyla riskleri en aza indirilmiş operasyonlar yapılabilmektedir.
Rus istihbarat örgütü mensubu bir çalışanın batı istihbarat örgütleri marifetiyle batı ülkeleri lehine çalışmaya başlamasından dolayı, İngiltere’de bir suikasta kurban gittiği yapılan soruşturmalardan anlaşılmıştır. Ancak bu suikastın bizzat Putin’in onayıyla gerçekleştiği ve suikast aracı olarak ta, radyoaktif birtakım maddelerin kullanıldığı anlaşılmıştır.
Delil olarak ta öldürülen ajanın uğradığı mekânlarda ve kendi vücudunda ifade edilen radyoaktif madde kalıntılarına rastlanması gösterilmiştir. Bunun çok daha ötesinde ve belki de mevcut bilgi teknolojileriyle henüz farkına varılamayan başka hassas ve bilinmeyen teknolojilerin kullanımı da söz konusu olabilir. Bu küresel tehditleri ayrı ayrı, bağımlı ve bağımsız değişkenler çerçevesinde detaylandırma şansımız olmayabilir. Kendilerine sağlanan imkân ve fırsatlar temelinde ezberletilen kavram haritaları ölçeğinde konuşan ve yazan taşeron kalemlerin anlama şansları ise hiç yoktur.
Bu tür küresel saldırı ve tehditlere açık hedefler olarak maruz kalmamak için, karşı tedbirlerin alınması noktasında farkındalık düzeyimizi geliştirmek ve daha fazla duyarlı olmak zorundayız. Elbette ki istihbarata karşı koyma ve karşı istihbarat faaliyetlerinden bahsedilebilir. Çünkü asgari düzeyde de olsa, birtakım koruyucu önlemlerin alınması mümkündür. Sanıyorum günümüzde özellikle bu tür teknolojilere sahip ülke yöneticileri bile bu işlerin kuryeliğini yapabilirler. Son günlerde yazılı ve görsel medyada çoğunlukla bilim adamı ve akademisyenler tarafından bir “illuminati” kavramı ortaya atıldı.
Birkaç programı dinledikten sonra, ifade edilenlere dayalı olarak işin astarıyla yüzünün birbirinden farklı olduğunun farkına vardım. İddiaya göre; içerisinde yaşadığımız dünyada, geçmişin, günümüzün ve geleceğin her olay ve olgusunun bu ve benzeri güç merkezleri tarafından yapılandırıldığı, organize edildiği, ortaya çıkan veya çıkmayan sonuçlarına göre yeni durumların senaryolarının yazıldığı gibi daha tanrısal güçlerden bahsediliyor.
Kainatın düzeninin veya düzensizliğinin onlar tarafından dizayn edildiğine ve yönetildiğine inanan birisinin yeni bir din ve Tanrı tanımına ihtiyaç duyacağı açıktır. Zaman içerisinde bu ihtiyacı karşılayan en temel değişkenin de; para, mal ve servet olduğu bilincine varılmaktadır. Bu psiko-sosyal süreçler sonunda; hırsızlık, talan, ölçüsüzlük ve adaletsizlik her tarafa yayılma eğilimi içerisine giriyor. İçerisinde bulunduğumuz zaman dilimi bu ve benzeri örneklerle doludur.
Görüleceği gibi arsızlık ve yolsuzluk batağına gömülenlerin bile zaman zaman ağızlarında Kuran ve ellerinde üç sayı tespih olduğuna da şahit oluyoruz. Aslında kim kimin oğlu, kızı olursa olsun ve kim için akıl ve vicdan ötesi ahkâm keserse kessin, belli sürelerle kiralanmış ömürlerle açıklar örtülemeyecek, hem bu dünyada ve hem de öteki dünyada kendinin sandığı eli, kolu, aklı, gözü ve kulağının yalansız ve dolansız şahitliğiyle kahrı perişan olacaklardır.
Günü kurtarmaya dönük illuminati ve algı operasyonlarıyla ebedi olarak varlar yok ve yoklar da var edilemeyecektir. Temelde burada yapılmak istenen şey; aynen Rönesans olay ve olgusuna uygun senaryoların yazılması gibi bir düşüncenin geliştirilmiş olmasıdır. Hakikaten Rönesansı var eden; daha sonra ona uygun senaryoların yazılmış olması, bağımlı veya bağımsız taşeronlarla bu senaryoların sahneye konulmasıdır.
Düzen ve sistem bazların soyut ve temelde kabule dayalı dogmatik anlayışlarda bile izlenecek tüm usul ve esasları belirlemeye çalışanların; ekonomik kalkınma, hassas bilgi teknolojilerinin geliştirilmesi ve onların amaçlarına hizmet etme veya etmeme durumları gibi diğer dünyevi ve küresel meselelerde toplumları kendi başlarına bırakmaları mümkün değildir ve hiç öyle olmamıştır.
İsterseniz son dönemlerde yaşanan olayları tüm paydaşlarıyla ele alalım. Epey bir süre yürütülen barış süreci sonunda terör örgütünün başlattığı kalkışmanın gerekçelerini irdelediğimiz zaman; bu senaryonun dışarıda hazırlandığını, sadece senaryo sahiplerinin bu süreçten beklentileri olan yararı sağladıklarını anlıyoruz.
Sonuç itibariyle yaşanılanlar ne olursa olsun, kazanan hep onlar olmuştur. Çünkü tüm olasılıkları dikkate alarak senaryoyu yazan onlardı ve perdeler açılıp oyun sahnelendikten sonra oyuncular sadece taşeronluk ücretlerini alsalar da, yaratılmış olan riskleri bedavaya satın alalar ise hep onlar olmuşlardır.
Değerli dostlar; Sarıkamış’tan, Çanakkale’den, Milli Mücadeleden, yaratılan darbe sebepleri ve darbelerden, 15 Temmuzdan yola çıkarak bir durum değerlendirmesi yapıldığı zaman; olayların zaman, mekân ve aktörlerin konumları itibariyle değişse de, yaratılan algı ve olgu boyutuyla hiç ama hiç değişmediğini söyleyebiliriz. Hiç değişmeyen nihai hedef; Türk Milletini ve onun devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini yok etmektir.
Bunu yegâne yolu da; Bedrin Aslanları kadar şanlı olan ve Milletimizin umudu olan genç ve eğitimli ve donanımlı olan yeni nesilleri ortadan kaldırmaktır. Çanakkale’de verdiğimiz şehitlerin büyük bir çoğunluğu, Sarıkamış Şehitlerimiz, Milli Mücadele Kahraman ve Şehitlerimiz, 12 Eylül dönemi toprağın kara bağrına düşen sağcısıyla, solcusuyla gençlerimiz, 15 Temmuz kalkışmasıyla Şahadet şerbetini içenler hep aynı hedef ve maksatlarla seçilmişlerdir. Bu öyle bir kirli oyun ki, oyun kurucuların taraflar olarak ne zaman ve nasıl birbirlerine düşman, ne zaman ve nasıl birbirlerine dost olduklarını anlayamazsınız. Anlayana aşk olsun.